Türkiye’nin son yıllarda içine sürüklendiği en büyük çıkmazlardan biri, “tek adam rejimi”nin siyaseti tamamen teslim almasıdır. Bu rejimin ürettiği en yaygın ve en yıkıcı kültür ise “reisçilik”tir.
Reisçilik, siyaseti bir ortak akıl ve çözüm arayışı olmaktan çıkarıp lidere kör bağlılık üzerinden şekillendiriyor. Bir kişinin ağzından çıkan her sözün kanun yerine geçtiği, eleştirinin hainlik, farklı fikrin ise ihanet sayıldığı bir atmosferden bahsediyoruz. Bu atmosfer sadece iktidar partisinde değil, muhalefetin damarlarında da dolaşıyor.
Bugün iktidar partisi içinde liderin işaret etmediği hiçbir fikir nefes alamıyor. Milletvekilleri, bakanlar, parti kurmayları kendi akıllarını rafa kaldırmış, tek bir kişinin ağzına bakar hale gelmiş durumda. “Reis ne derse o” anlayışı, siyaset yapma iddiasını yok etmiş, Türkiye’yi devasa sorunları olan ama çözüm üretemeyen bir ülkeye çevirmiştir.
Daha da vahimi, bu zihniyet muhalefete de sirayet etmiş durumda. Muhalefetin birçok aktörü de kendi liderini “reisleştirme” yarışına girmiş, lidere sorgusuz biat etmeyi siyaset sanmaya başlamıştır. Partilerin iç demokrasisi rafa kalkmış, fikir üretmek yerine alkış tutmak birincil görev haline gelmiştir.
Siyasi partilerin ve dolayısı ile ülkenin geleceğini tek bir isme endekslemek, proje ve fikirlerin değil liderlerin yarıştığı bir siyaset anlayışının benimsenmesine yol açmıştır. Katkı sunanların değil en çok alkışlayanların makbul sayıldığı, ekipçi bir siyaset anlaşıyı ile, konumu farketmeksizin ilçe başkanından, genel başkana kadar herkesin kendi ekibinden olmayanlara siyaset yapma fırsatı tanımadığı bir sistemin içerisinde sesimizi duyurmaya çalışıyoruz.
Sonuç ortada: Türkiye’de siyaset giderek bir liderler tapınağına dönüşüyor. Siyasetçiler, halkın sorunlarını çözmek yerine liderin gölgesinde yaşayıp onun gözüne girmeye çalışıyor. Demokrasi dediğimiz şey ise vitrin süsünden öteye gidemiyor.
Türkiye, bu “reisçilik” kültürünü yıkmadıkça gerçek bir demokrasiye adım atamaz. Çünkü demokrasi, tek adamların değil; çoğulcu aklın, tartışmanın ve hesap verebilirliğin rejimidir. Bugün yaşadığımız krizlerin büyük kısmı, lidere kör bağlılığın toplumun her hücresine işlemesinden kaynaklanıyor.
Soru şu: Biz daha ne kadar “reis”lerin gölgesinde yaşamayı kabul edeceğiz?