Siyaseti çoğu zaman yalnızca meclis sıralarında ya da parti koridorlarında dönen bir oyun gibi görüyoruz. Oysa gerçek şu ki siyasetin nabzı sadece Ankara’da değil, sokakta, üniversite kantininde, işçi servisinde, hatta mahalle kahvesinde de atıyor. İşte bu nabzı tutan en önemli alanlardan biri de sivil toplum.
Sivil toplum dediğimiz şey aslında koca koca kurumlarla sınırlı değil. Bir çevre derneği, kadın hakları için mücadele eden bir platform, bir grup gencin sosyal medyada başlattığı kampanya, hatta sokak röportajına verilen bir cevap bile bu kapsama giriyor. Bazen tek bir tweet, bazen imza kampanyası, bazen de sessiz bir yürüyüş, siyasetin gündemini alt üst edebiliyor.
Sivil toplumun sesi ne kadar güçlü olursa, siyasetin kalitesi de o kadar artıyor. Çünkü siyasiler, halkın örgütlü talebini görmezden gelmeye cesaret edemiyor. Aksi halde oy kaybetmek, hatta koltuğu bırakmak zorunda kalabiliyorlar.
Fakat işin farklı bir boyutu da var. Türkiye'de sivil toplum maalesef başta belediyelin ve daha sonra bu dernekleri fonlayan çeşitli kuruluşların güdümünde yapılmaya çalışıyor. Bu sebeple, ne yaxık ki toplumun tepki gösterdiği, isyan ettiği ve eyleme geçmek istediği bir çok noktada sivil toplum kuruluşlarında derin biz sessizlik hakim olabiliyor.
Türkiye’de de sivil toplumun zaman zaman siyaseti yönlendirdiğini gördük. Bir çevre mücadelesi bazen büyük projeleri tartışmaya açıyor, bir kadın cinayeti karşısında yükselen tepki yasaların gündeme alınmasını sağlıyor. Hatta mahalle ölçeğinde bile, örgütlü bir dayanışma hareketi belediyelerin politikasını değiştirebiliyor.
Kısacası, siyaseti sadece siyasetçilere bırakmak gibi bir lüksümüz yok. Sandığa gitmek önemli, ama yeterli değil. Sivil toplum, siyasetin üzerinde bir baskı mekanizması kurarak hem demokrasinin kalitesini yükseltiyor hem de karar vericilerin gerçek sorunları görmesini sağlıyor.
Unutmayalım: Siyaset, yalnızca seçim gecelerinde verilen oylarla değil, her gün yükseltilen seslerle de şekilleniyor.